Doğal Güzellik İçin Manifesto

İnanın o kadar koşturmacanın, valiz açıp toplamanın,metrolarda, tren garlarında, otobüs terminallerinde oradan oraya gitmenin ardından insanın kapağı bulduğu eve atması çok güzel! Göçebelik 2 haftada bedenime “biraz dinlen bakalım” dedirtti. Bütün bunların üstüne düşünceler peşimi bırakmıyor. Her saniye ne olacağız, nerede ne yapacağız, nereye yerleşeceğiz, ev kuracak mıyız, nasıl çalışacağız, istediğimiz çiftliği yaratabilecek miyiz soruları beni dürtüyor, çimdikliyor. Avrupa’yı gezerken düşünülecek en son şeyler değil mi? Ama düşünmeden duramıyor ki insan. Eninde sonunda bu okul halleri bitecek ve sonrası için plan değil belki ama yol haritaları çıkartmam gerekiyor. Kalbimdekiler fosforlu kalemlerle çizili ve kırmızı yuvarlaklar içine çoktan alınmış  ama beynimdekiler çizik çizik giden yollardan ibaret.

Aslında bu yazının konusu başka şeyler olacaktı ama düşünce akışıma kapıldım gitti. Sizin anlayacağınız ayaklarımı yere koyasım var.

Ama şimdilik buradayım ve gözlemlerimi sizle paylaşmaya devam ediyorum.

Size bir soru. Fransa’da olduğunuzu nasıl anlarsınız?

1) Herkes sabahın altısında bile, metroda işe giderken, yolda yürürken vs. kitap okur.

2)Kadınların %90’ı güzel giyinir.

3)Erkeklerin %90’ı boyunlarına atkı, fular vs. bağlar.

4)Her yerde köpek kakası vardır.

5)Yemek yemek şakaya gelmeyecek bir ritüeldir.

Ve işte bizi en çok ilgilendiren konu: Kozmetik merakı almış başını gitmiştir.

Evet Fransa kozmetiğin ve kişisel bakım ürünlerinin ana vatanı. Eczaneye ya da süpermarkete girmek -eğer küçük plastik şişelere, kutulara ve tüplere karşı bağışıklığınız yoksa- cebinizi dışarıda bırakmakla sonuçlanabilir. Her yerde sizi ne kadar gençleştireceğini söyleyen krem reklamları, saçınızı okşayacak, sevecek ve yumuşatacak şampuan markaları, bacağınızdaki çatlaktan, elinizdeki lekeye her “soruna” el atmaya hazır bekleyen formüller, kapsül kapsül alınacak teninize nefes aldıracak kürler beklemektedir. Ve insanlar deli gibi alışveriş yaparlar. Kozmetik reyonları dolup taşar, eczanelerde kozmetik uzmanlarına gerek duyulur, raflar ve dolaplar plastik, renkli ve güzel kokulu paketlerle süslenir. Tanıdık mı geldi? Evet hepimiz bu yolun yolcusuyuz. Türkiye de kozmetik sektörünün gösterişli yollarında hızla ilerliyor.

Ne yalan söyleyeyim ben de kozmetik delisiydim. Çok erken yaşlardan itibaren elime geçen her tür güzel kokulu kremi, bakım ürününü, makyaj malzemesini denedim. Şimdi anlıyorum ki çoğuna, belki de hiçbirine ihtiyacım yokmuş. İşe de yarar değildi ki aldıklarım. Üzerinde yazanlar hiçbir zaman doğru çıkmazdı.

Şimdi de görüyorum kadınları… giden gençliklerini, sevemedikleri bedenlerini çılgın paralar vererek düzeltmeye çalışıyorlar. Aslında amaç ne biliyor musunuz? Düzeltmek değil sevdirmek. Kendi sevmedikleri bedenlerini dışarıya sevdirmek. Oysa kadın önce kendi sevmeli en pürüzlü kenarlarını, en kuytuda kalan kıvrımlarını, her birinde bir anı taşıdıkları çiziklerini. Sarmalı buruşmış elleriyle bedenini, saçını okşamalı, kalbini gençleştirmeli nefes aldırmak için tenine. Çocuğuna, sevgilisine, dostuna, anasına, babasına ve en önemlisi kendine adadığı bütün buruşuklukları, çizgileri, kaz ayaklarını, çatlakları onamalı onarmak yerine. Ve gerektiğinde de doğadan yardım almalı, en bilgeden, en yüceden. İsimlere değil suya, güneşe bakmalı, reklamları değil bitkileri ve hayvanları dinlemeli. Ve de dinlenmeli. Bütün bu koşuşturmacanın sonunda ona kalan yorgun ama gururlu bedenini formüllerle beslemek yerine huzurla dinlendirmeli.

Ben kendim bir adım attım ve sizinle paylaştım. Artık kozmetikten kurtulmanın yollarını arıyorum, sizin de yardımınızı, paylaşımınızı bekliyorum. Kolay değil evet, güzel şişelere, renkli kutulara hayır demek. Ama en azından azaltmakla başlasın, küçük adımlarla, sadeleşmekle, bir taneyle. Kullanılmayıp kuruyanlardan çatlayanlarda, 2 alana 1 bedavalardan, tüpün dibinde, kutunun içinde kokan, bozulanlardan, sırf güzel diye alınananlardan uzaklaşmaya, azaltmaya, azalmaya, özümüzü bulmaya.